Metin2 Private Serverler, Metin2 Private Serverlar
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesGiriş yapKayıt Ol

 

 Atatürkün düşünce hayatı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Administrator
Administrator
Admin


Cinsiyet : Erkek
Nerden : http://twitter.com/ErenAlg
Yaş : 38
Mesaj Sayısı : 13679
Başarı : 1482582
Rep Gücü : 7771

Atatürkün düşünce hayatı Empty
MesajKonu: Atatürkün düşünce hayatı   Atatürkün düşünce hayatı I_icon_minitime14/1/2010, 20:10

Atatürkün düşünce hayatı


Mustafa Kemal,
olaylara ve geleceğe ait görüşleri ile her alanda düşünceleri olan
büyük bir fikir adamı idi. Değişik konulardaki görüş ve düşüncelerini
kafasında oluştururken olaylardan ve okuduğu tarih kitaplarından
yararlandı. Bütün hayatı boyunca okumayı ve okuduklarını
değerlendirmeyi ihmal etmedi.

Mustafa Kemal, düşüncelerini
şanlı Türk tarihini inceleyerek oluşturmuştur. Türk tarihini okurken
yalnız Osmanlı ve Selçuklu dönemiyle sınırlı olarak değil, çok daha
gerilere giderek dünya tarihi çerçevesinde inceledi. Mustafa Kemal,
fikirlerini akla ve bilime dayandırmıştır. Mustafa Kemal'in, devlet,
millet ve insanlık idealine ait düşünceleri Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin milli politikasını belirlemiştir. Görüldüğü gibi Atatürk'ün
en belirgin özelliklerinden biri fikir adamı olduğu kadar, fikirlerini
uygulayan bir aksiyon insanı olması idi. Fikir ve düşünceleri
“Atatürkçü Düşünce Sistemi”ni oluşturdu. İnandığı bu düşüncelerini
uygulayarak yepyeni bir devlet ve toplum meydana getirdi.

ATATÜRKÜN DÜŞÜNCE HAYATI
"Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir." diyen Atatürk, öğretim ve eğitim meselelerine çok önem vermiştir.
"Hayatta
en hakiki mürşit ilimdir" dediği zaman, ilmin yol gösterebileceğini,
hayatı aydınlatacağını mürşit (doğru yol gösterici) kelimesiyle ifade
eden M. Kemal acaba niçin bununla yetinmeyerek "en hakiki" sıfatlarını
eklemek lüzumunu hissetmiştir? insan bu cümleyi okurken ve üzerinde
düşünürken mutlaka "en hakiki" kelimeleri üzerinde duraklamadan
geçemeyecektir.
M. Kemal kendi yetiştiği devrin müspet ilimlerini
mesleki ihtisası bakımından öğrendiği vakit, berrak ve müspet bir
görüşe sahip olabildiğini ve herhangi bir mesleği riyazî (matematiksel)
bir katiyetle halletmeyi hedef tuttuğunu söylerdi.
M. Kemal'in
yetişme tarzı, öğrenim hayatı ve sosyal çevresinin tesirleri O'nu
okumaya çok teşvik etmiştir. Hayatının her devresinde kitap O'nun için
en değerli bir varlıktır.
"Milletimizin siyasi, içtimai hayatında,
milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır."
dediği zaman hep aynı prensiplerin telkini üzerinde durmuştur.
Nutukları
ve sözlerinin her zaman için bir fikir hareketine yol açması, zamanının
neşriyatından faydalandığı ve daima bir entelektüel muhitin
tartışmalarını sevdiği içindir.
Atatürk'ün okuduğu kitaplar üzerindeki işaretleri incelemek pek ilgi çekici sonuçlar verir.
Kitabımın bu bölümünde vereceğim örnekler Atatürk'ün belirli konular üzerindeki çalışmalarıdır.
Bu vesile ile Atatürk'ün çevresinde konuşulan konular ve çeşitli meseleler üzerindeki düşünceleri de tespit etmek istiyorum.
Atatürk'ün
etrafındaki toplantılardan daima bahsedilmektedir. Burada bulunanlar
hatıralarını kendi görüşlerine göre yazmışlardır. Tarihçi ve
ediplerimiz ise bu toplantıları işittikleri veya okuduklarından
çıkardıkları neticeye göre yazmak istemektedirler.
Benim şahit
olduğuma göre Atatürk'ün etrafında toplanmalar çok çeşitlidir.
Gündüzleri çoğunlukla hususi kütüphanesinde daima birkaç kişi ile ya
çalışır veya belirli bir konu üzerinde konuşmalar yapardı. Bunlar
otomobil veya motor gezintilerinde devam eder ve çoğunlukla Ankara'da
çiftlik evlerinde ya davetliler veyahut oraya toplanmış olan halk ile
doğrudan doğruya belirli meseleleri konuşur ve fikirlerini sorardı.
Bu
hal memleket içi seyahatlerinde daha kesif (yoğun) olarak uygulanır,
trende, vapurda ve uğradığı her yerde daima yeni konular ve yurt
sorunları üzerinde yapılan tetkikler açıklanarak münakaşalar
yaptırmasını severdi.
Atatürk'ün günlük entelektüel yaşantısı her
zaman her millette tatbikat sahası bulur ve karşısında imtihana
çekilenler eksik olmazdı.
Bir örnek vermek için şu olayı
anlatmalıyım. Bir gün dişlerini tedavi etmek için gelen hekime, o
sırada benim elimde okuduğum sosyoloji kitabından, sorular sormaya
başladı. Tabii buna derhal cevap verecek durumda olmayan diş hekimi
mahcup olmuştur. Ben buna müdahale ederek hemen kitabı getirdim ve
bunun pek yeni neşriyat olduğunu söyledim. Atatürk bir taraftan da işi
şakaya getirerek diş hekimine şöyle dedi: "Biliyorum siz kendi
mesleğinizde en büyük başarıyı gösteriyorsunuz, fakat bunun yanıbaşında
başka meselelerle de ilgilenerek okumanızı teşvik etmek istedim ve bu
kadar aykırı bir konuyu bilhassa seçtim." dedi. Diş hekimi ertesi
gelişinde bu konuya ait birçok kitap tedarik ederek (sağlayarak),
okumuş ve bu sefer o, Atatürk'e bunlardan bazı sorular sormuştu. Buna
benzer daha pek çok verilecek örnekler vardır.
Yine mesela
Atatürk'ün motor ile mutad Boğaz gezintilerinde mutlaka bir kitap veya
bir mesele konuşma konusu olur ve o gezintinin sonunda herkes bir
şeyler öğrenirdi.
Bir de bunlara eklenen Atatürk'ün akşam
toplantıları vardır. Buraya davet edilenler, bulunulan çevreye göre
değişir. Ankara'da bulunduğu zaman âdet şöyle idi: Atatürk'e her gün,
genel sekreter gelen evrak üzerinde bilgi verir ve emirlerini alır.
Duruma göre memleket meseleleri ve dış olaylar için kendisi direktifler
verir, bazen de meseleleri derinlemesine soruşturur, bilgi alırdı. Bu
arada Başbakan ve bakanlardan bazıları lüzum gördükleri zaman yine
hükümet meselelerini görüşmeye gelirlerdi.
Akşam üzeri başyaver
yanına gelir ve sofraya kimlerin davet edilmesini emrettiklerini
sorardı. Atatürk bu listenin, o günkü çalıştığı ve okuduğu kitaplarla
ilgili olmasını ister ve ona göre yazdırırdı. derhal burada şuna da
işaret etmeliyim ki, Atatürk devrinin, mesleklerinde isim yapmış
şahısları daima onun etrafında toplanmıştır. Onun için memleketin aydın
kişilerini o muhitte tanımak ve konuşmak daima mümkün olmuştur. Bu
sadece Ankara ve İstanbul'da değil, memleketin çeşitli yerlerine
gidildiği vakit de böyle olur, o çevrenin tanınmış aydın kişileri bu
toplantılara çağırılırdı. Ancak her akşam başyaverin yazdığı listedeki
kimseler; bazen mazeretleri olur gelemezler veya orada bulunamazlar,
onun için listelerde yazılı olanlar her zaman bir araya gelemezler
veyahut toplandıktan sonra da çağırılanlar olurdu. Devlet adamları
bilhassa Başbakan, İç ve Dışişleri Bakanları ise istedikleri zaman
gelebilirlerdi.
Şimdi, bu kitabımda bazı el yazısı ile olan
belgeleri yayınlama vesilesiyle, şahidi olduğum olaylar hakkında bilgi
vermek istiyorum. Ancak kendi mesleki hayatımdan bahsetmemin mazur
görülmesini rica ederim.
1929-1930 yılında Ankara Musiki Muallim
Mektebi'nde öğretmenlik görevime, yurt bilgisi ve tarih derslerini
vermek üzere başlamıştım. Yurt bilgisi için okutacağım ders kitabını
Atatürk gördüğü zaman bunu yeterli bulmamıştı. Kitabın konuları ise
kendisini de ilgilendirdiği için evvela benim Fransız lisesinde
okuduğum "Instruction Civique" kitabından bazı tercümeler yapmamı
istedi. Aynı zamanda bu konulara ait çeşitli kitapları, genel sekreteri
Tevfik Bıyıkoğlu'na araştırtarak Almancadan tercümeler yaptırmıştı.
Kendisi Fransızcadan ve Türkçeden okuduklarına bu tercümelerden de
istifade ederek, bazı konuları bizzat yazmış veya bizlere yani bana ve
genel sekretere dikte ettirmiştir. Benim o zamanki çalışmalarım bu
konulara ait kitapları aramak, okumak ve icap ederse tercüme ederek
notlar almak idi. Bu suretle yurt bilgisi derslerimi program uyarınca,
bu yeni incelemelere göre veriyordum. Okulda kız ve erkek öğrenciler
beraber okuyorlardı; o tarihte yürürlükte olan kanunlarımızda kadınlara
seçim hakkı tanınmış değildi.
Bir ders tatbikatı olarak, bütün ders
verdiğim sınıflarda Belediye Kanunu'na göre seçim denemesi yaptırdım.
Öğrenciler heyecanla bu işte çalıştılar, rey kutuları hazırladılar. O
zaman yürürlükte olan Belediye Kanunu tam manasıyla tatbik edildi ve
belediye başkanı olarak da bir kız arkadaşlarını seçtiler. Bunun
üzerine bir erkek öğrencinin itirazı ile karşılaştım. Diyordu ki:
"Mevcut kanunun bize öğrettiğine göre kadınların rey verme hakları
olmadığı gibi; seçilemezler de". Öğrenci itirazında haklı idi, ama ben
öğretmen olarak şu telkinde bulunmayı uygun buldum. "Bu öğrendikleriniz
ilerisi için sizlere lüzumlu olacaktır. Kadınlarımız da yakında rey
hakkı kazanacaktır." dedim. Fakat bu sözlerimin erkek öğrenci
karşısında öğretmenlik otoritesinin ötesine geçmeyeceği muhakkaktı.
İşte böylece öğrencilerimden birinin bu itirazı ve soruları beni kadın hakları üzerinde çalışmaya teşvik etti.
Aynı
gün Gazi Orman Çiftliği'ndeki Marmara Köşkü'nde Atatürk ile İçişleri
Bakanı Şükrü Kaya'ya bu olayı ve Türk kadını olarak rey hakkına malik
olmadığımızdan duyduğum üzüntüyü anlattım.
Atatürk bana bu konuda
çalışmamı ve başka memleketlerde meselelerin nasıl halledilmiş olduğunu
tetkik etmemi tavsiye etti. İtiraf edeyim ki o sıralarda ben bu hususta
hemen hiç bilgi sahibi değildim. Fakat kız ve erkek öğrencilerimin
karşısına, bu haklardan mahrum olan bir öğretmen olarak da çıkmak
istemiyordum. Çok severek başladığım öğretmenlik hayatından ve
vazifesinden ayrılmak da bana ağır gelecekti. Bununla beraber Atatürk'e
şunu söylemekten de kendimi alamadım: ''Hiç olmazsa erkek öğrencim
kadar bir hak sahibi olmadan o sınıfa ders veremeyeceğim'' dedim. Bu
sırada İçişleri Bakanı Şükrü Kaya; BM Meclisi'nde bir yıldan beri
müzakere edilmekte olan Belediye Kanunu'nda bu işin ele alınabileceğini
ifade etti. Atatürk düşünüyordu. Birden ''Başvekille konuşuruz, fakat
bu meselede hazırlıklı olmak ve münakaşa etmek lazımdır'' dedi. Kendisi
o akşam Çankaya Köşkü'ne devlet adamlarından, Hukuk Mektebi (o zaman
henüz fakülte değildi) hocalarından ve daha başka bu meseleleri
konuşabilecek kimseleri davet ettirdi. Konu açıldığı vakit, kadınların
rey hakkına taraftar olanlar bulunduğu gibi buna karşı olanların
fikirleri de tartışılmaya başlandı. Ben heyecanlı idim ama, tam
inandırıcı deliller bulamıyordum. Fakat o günden sonra birçok kitap
okumaya başladım. Diğer memleketlerdeki durum hakkında bilgi sahibi
oldukça bu münakaşalar benim için daha istifadeli oluyordu. Şimdi BM
Meclisi zabıtlarında bu meseleyi tetkik edecek olursak durumu şöyle
tespit edebiliriz: 20 Mart 1929 tarihinde Başvekil İsmet (İnönü)
imzasıyla hükümet teklifi olarak BM Meclisi'ne verilen tezkerede şunlar
yazılıdır: ''Dahiliye Vekâleti'nce hazırlanan ve İcra Vekilleri
Heyeti'nin 6.3.1929 tarihli içtimaında yüksek Meclis'e arzı
kararlaştırılan Belediye Kanun layihası (tasarısı) esbabı mucibesiyle
(gerekçesiyle) birlikte takdim olunmuştur.''
Bu kanun tasarısının uzun gerekçe kısmında kadınların rey verme meselesi teklif edilmemiştir.
Fakat
tam bir yıl sonra 20 Mart 1930'da kanunun müzakeresi için BM
Meclisi'nde müstaceliyet (ivedilik) kararı alınıyor. 22 Mart 1930
Cumartesi, 24 Pazartesi, 27 Perşembe, 29 Cumartesi ve 31 Mart Pazartesi
bu kanun üzerine çeşitli yönlerden münakaşa ve müzakereler oluyor.
Nihayet 3 Nisan 1930 Perşembe günü 164 maddeli Belediye Kanunu
kadınlara da rey verme ve seçme hakkı vererek kabul edilmiş oluyor.
Aynı gün Türkocağı salonunda Atatürk'ün de hazır bulunduğu bir
toplantıda ilk konferansımı Kadın Hakları üzerine vermiştim.
Yurt
Bilgisi'nin programına göre diğer konular da bu yukarıda açıkladığım
tarzda hazırlanırdı. Ben bunları ders planıma uygun olarak tertip
ederdim (düzenlerdim). Bir kısmını ise broşür olarak bastırır,
öğrencilerime dağıtırdım. Fakat bu konuların asıl ilgi çekici yönü,
Atatürk'ün toplantılarında bulunanların arasında tartışmaların
yapılması idi. Devlet adamları, askeri erkân, hukukçular, edipler ve
günün diğer aydın kişileri arasında konu ortaya atılır, herkes fikrini
ve bilgisini açıklamak fırsatını bulurdu.
Kara tahta yemek odasının
başlıca mobilyalarından biri idi. Bunun üzerine konuşanlar, icap ederse
(gerekirse) yazarak veya çizgilerle fikirlerini anlatma yolunu
tutarlardı. Konuşmalar, muntazam ve usulüne göre, ya Atatürk tarafından
idare edilir veyahut bu idareyi başka bir arkadaşına verirdi. Bu
konuşmalar çok faydalı ve bilhassa benim için çok öğretici idi. Elimde
daima kâğıt kalem bulunduğu için de hemen her şeyi not ederdim. Ayrıca
bir tarif veya bir mesele üzerinde daha etraflı konuşulmasını temin
için sorular yazdırılır ve davetlilerin ertesi akşama hazırlıklı
gelmeleri temin edilirdi. Devlet adamlarımızın Atatürk'ün özel
kütüphanesinden okumaları için birer kitapla çıktıkları çok olurdu. Bu
vesile ile devlet teşkilatımız ve kanunlar üzerinde konuşulur ve günün
ihtiyaçları göz önünde tutulduğu gibi medeni icapların sosyal
bünyemizdeki yararlı olabilecek prensipleri görüşülürdü. Tabii bu arada
günün siyasi olayları, memleket meseleleri, tarihi konular da konuşma
konusu olurdu. Şimdi bu açıklamalardan sonra ''Medeni Bilgiler'' adını
verdiğimiz Yurt Bilgisi'ne ait belgelerin elimde olanlarını şöyle
sıralayabilirim:
1- Tercümeler ve çeşitli notlar.
2- El
yazılarıyla ilk müsveddeler (Bunlar Atatürk'ün, Tevfik Bıyıkoğlu ve
benim) üzerinde düzeltmeler, ilaveler ve çıkarmalar vardır.
3- Tape edildikten sonra yeniden ilave düzeltmeler olan kısımlar.
4-
Bütün devlet ve hükümet teşkilatından toplanmış olan bilgileri içine
alan dosyalar (Bunlar sonradan Recep Peker'e verilmiş ve onun
hazırlamasıyla Medeni Bilgiler'in II. cildi basılmıştır.
İşte bütün bu yazılardan sonra yayımlanan broşür ve kitaplar ise şöyle sıralanabilir.
1- Broşür ve risale şeklinde ''Türk Çocuklarına Yurt Bilgisi Notları'' Ankara 1929.
2-
Her konu için ayrı kitap olarak: İntihap 72 sayfa, Askerlik Vazifesi 77
sayfa, Şirketler ve Bankalar 172 sayfa, Vergi Bilgisi 98 safya. Bu dört
kitap 1930 yılından İstanbul'da basılmıştır (3).
3- Bütün bu
konuların toplu olarak bir arada basılmış kitabı (141 sayfa) ''Vatandaş
için Medeni Bilgiler'' adını taşır. İstanbul 1930.
4- ''Vatandaş
İçin Medeni Bilgiler'' adı altında orta okullara okutulmak üzere
basılmış olanlar ise şu tarihlerdedir: Mariif Vekâleti Milli Talim ve
Terbiye Dairesi'nin 7.IX.1931 tarih ve 2297 sayılı emriyle 7.VI.1932 ve
1908 (191 sayfa).
27.VI.1933 tarih ve 3113 sayılı emriyle (302
sayfa). Bu kitaplar pek çok adette basılmıştır. Ancak her basılışta
yeniden üzerinde düzeltmeler, ilaveler yapılmış veyahut bazı kelimeler
çıkarılmıştır. Mesela 1930'da çıkan kitapta ''Mutedil Devletçilik'' (s.
79) konmuş iken sonradan ''mutedil'' kelimesi silinmiştir. Bu kitabın
ilk sayfasında ''Vatandaş için medeni bilgiler neden bahseder?''
başlığı altında Atatürk'ün el yazısı ile ilaveler vardır. ''İşte
vatandaşlara gerek devlet ve hükümetle ve gerek aralarındaki münasebete
nazaran mevcut vazifeleri ve hakları ve umumiyetle devlet teşkilatını
öğreten bilgiler, medeni Bilgiler namı altında toplanmıştır.'' S. 11
İstanbul 1930.
Yukarıda da izah ettiğim gibi bütün bu konular
üzerindeki çalışmalar ve Atatürk'ün muhitinde olan münakaşalar daima
çok ilgi çekici olmuştur. Ancak, bu kitabın didaktik yani öğretim
usulüne uygun bir tertip içinde olması ve üslubunun sadeleştirilmesi
lazımdı. Bu bakımdan okullarda okutulmasına devam için bazı
çalışmalarım oldu ise de, zamanımı tamamen tarihi konulara ve
Cenevre'de üniversite tahsiline verdiğim için bu iş neticelenmemiştir.
Bu
kitaplar için hazırlanan müsveddelerde Atatürk'ün el yazıları vardır.
Bunların hemen hepsini bir kitabımda yayımladım (4). Bu kitapta
birkaçını örnek olarak veriyorum. Şimdi bazı meseleler üzerinde durmak
istiyorum. Mesela ''Millet'' bahsi için toplanan notlar şöyledir:
Hukuku Esasiye: 1. Siyasi varlıkta birlik, 2. Irk birliği, 3. Lisan
birliği, 4. Din birliği.
Mehmet Emin Bey: 1. Mazi birliği, 2. Lisan
birliği, 3. His birliği, 4. Gaye birliği, 5. Menfaat birliği, 6. Irk
birliği, 7. Toprak ve iklim birliği.
Ansiklopedi: 1. Menşe birliği,
2. Cismani benzeyiş, 3. Ahlak karabeti, 4. Tarih yauht siyasi karabet,
5. Aynı memlekette sakin olmak.
Bütün bu notlardan ve daha başka
okunan kitaplardan çıkan netice şöyle formüle edilmiştir: ''Millet dil,
kültür ve mefkûre (ülkü) ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil
ettiği siyasi ve içtimai bir heyettir.'' Bu münasebetle o tarihte
yürürlükte olan anayasamıza (Teşkilatı Esasiye) dayanarak Atatürk'ün
notu şudur: ''Bizim telakkimize göre siyasi kuvvet milli irade ve
hakimiyet, milletin vahdet (birlik) halinde müşterek (ortak)
şahsiyetine aittir, birdir, taksim ve tefrik (ayrılmaz) ve ferağ
olunamaz.
Hâkimiyet bahsinde ise şu cümlelerin önemine işaret
etmeden geçemeyeceğim: ''Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir
denizi andırmaktadır. XX. asır birçok müstebit hükümetlerin bu denizde
boğulduğunu göstermiştir. Demokrasi prensibi, hâkimiyeti istimal eden
(kullanan) vasıta ne olursa olsun esas olarak milletin hâkimiyete sahip
olmasını ve sahip kılınmasını icap ettirir.'' (gerektirir).
Hak ve
vazife üzerine olan yazılar ayrı bir başlık altında yazılmıştır.
Atatürk diyor ki: ''Hakların en birincisi yaşamak hakkıdır'' diğer
bütün haklar ve bu haklara mukabil vazifeler hep yaşamak hakkına
dayanır. Şüphe yok ki insanın yaşamak hakkı onu diğerlerinin yaşamak
hakkına riayet etmek vazifesiyle bağlar. Bir insanın hakkı diğer bir
insan için vazife olur. Hakkın bulunduğu yerde vazife ve vazifenin
bulunduğu yerde hak vardır... İnsanlar içtimai hayatta haklardan ve
vazifelerden örülmüş bir şebeke içinde tasavvur olunabilir.'' Bu
ifadelerden sonra diğer önemli bir izah da, hak ve vazifeyi hukuk
kaidelerinin tayin ettiği ve bunun devlet tarafından tatbik
edildiğidir. Atatürk'ün yazısı aynen şöyle:
''Tabiaten her insan
içinde yaşadığı cemiyette hayatın en mesut, en kolay, en tatlı,
taraflarının kendisine düşmesini ister ve en kuvvetli olan kendisinden
zayıf olanları hiçe sayar. Bunun neticesi huzur, sükûn, emniyet ve
intizam içinde yaşamak imkânsızdır. İşte insanlar arasında kavga yerine
birbirine yardım, karşılıklı hürmet, intizam koyan, herkese haklarını
ve vazifelerini tanıtan hukuk kaideleri ve kuvvetin bulunması sayesinde
kabildir. Devlet herkesin hakkını ve vazifelerini tayin eder. Hiç kimse
tayin edilen hudut haricinde bir hak iddia edemez. Bunun gibi kendisi
de fazla hiçbir vazife ile mükellef tutulamaz.''
Bu bahsin sonuna
eklenen fikir ise, bu hakların ihlali ve vazifelerin ihmali halinde
zarara uğrayan hem fert hem de cemiyet olduğuna göre bunun tatbiki ve
kontrolünün devlet müessesesine ait olacağıdır.
Bu münasebetle
Atatürk'ün üzerinde en çok kitap okuduğu ve bizleri çalıştırdığı mefhum
(kavram) da ''Hürriyet'' kelimesi olduğuna işaret etmeliyim. Bunun için
kitapta yayımlananlardan gayri elimdeki notların mahiyeti çok ilgi
çekicidir. Hürriyet bahsi için tercümeler olduğu gibi ayrıca da Atatürk
bazı arkadaşlarından hürriyetin tarifini istemiş. Mesela Erzurum mebusu
Tahsin (Uzer) 25.1.1930 tarihindeki yazısında şöyle bir tarif veriyor:
''Ferdin, memleketinde bütün hukukuna malikiyetidir.''
Diğer bir kâğıtta yazısını tanıyamadığım bir şahsın şu izahı var:
''Fertlerin
cemiyete ihtiyarlarıyla terk ettikleri haklarından mütebakisini
(kalanı), diledikleri gibi kullanabilmeleridir.'' Aynı kâğıdın
arkasında başka bir yazı ile şu not var:
1- Hürriyet kendini bizzat kendi içinde yok eden bir mefhumdur.
Bu
küçük kâğıtların içinde Atatürk'ün el yazısı ile olan tarif ise çok
kısa ''Hürriyet, insanın mutlak olarak düşündüğünü yapabilmesidir.''
Bu
notlardan sonra Atatürk'ün ''Hürriyet'' üzerine uzun yazıları vardır.
Bu yazıların kaleme alındığı tarih 1930 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır.
Bu
notlardan hürriyete ait geniş izahat verilmiştir. ''Hürriyet insanının
düşündüğünü ve dilediğini başka birinin hiçbir tesir ve müdahalesi
olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir. Bu hürriyet kelimesinin en
geniş tarifidir. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip
olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan tabiatın
mahlukudur. Tabiatın kendisi dahi mutlak hür değildir. Kainatın
kanunlarına tabidir.''
Bundan sonraki açıklamalarda ise tarihi seyre
göre mutlak idarelerde fertlerin hüriyetlerinin tamamen hükümdarın
elinde olduğu ve asırlar boyunca fertlerin şahsi hürriyetleri için
mücadele ettikleri anlatılır. Atatürk'ün yazısında netice olarak şu
hüküm var:
''Ferdi haklar nazariyesinin temeli şöyle kuruldu: Her
türlü hakkın menşei (kökeni) ferttir. Çünkü şe'ni (kötü) hür ve mes'ul
olan mahluk yalnız insandır. Fakat diğer taraftan insanların içtimai ve
siyasi teşekküller halinde bulunması da tabii ve lüzumludur. Bu
teşekküler ise kısmen zaruri mukadder kanunlar ahkamına göre tekabül
eder'' diye kaydedildikten sonra, ferdi hürriyeti ve hakkı temin eden
devletin mütekâmil (gelişmiş) bir müessese (kurum) olacağı ileri
sürülüyor. Bununla beraber Atatürk'ün bundan sonraki açıklamalarında
ferdi hürriyete dayanan içtimai ve medeni insan hürriyetini temin eden
kuvvetin ise devlet bünyesinde mevcut olması lazım geldiği ve devletin
millete karşı esas vazifesinin bu olduğu kabul ediliyor.
Diğer
taraftan ''Ferdi hürriyet derecesi devlet faaliyetini zaafa (zayıf)
düşürmemek lazımdır. Devletsiz bir cemiyet veyahut zayıf bir devlet
hayatının neticesi herkesin herkese karşı mücadelesidir. Bu mücadele
ekseriyetin hürriyetini boğmayacak şekilde tadil olmak (değiştirmek)
lazımdır. Tadil keyfiyeti ferdin mesuliyeti teşebbüsüne ve inkişafına
halel verecek dereceye götürülmemelidir. Teşkilatı Esasiye m. 68'de
''Her Türk hür doğar hür yaşar'' maddesinin tekrarından sonra Atatürk
şu hükmü veriyor:
''Türkler demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır.'' ''Türk cumhuriyetinin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir.''
Bu cümlesiyle Atatürk millet bütününe değer vermenin önemine işaret ediyor.
''Hürriyet
mefhumu içinde ''medeni vatandaş'' olmanın esasları ve prensipleri
böylece açıklanmış oluyor. Mesela yine ''Bir milletin kültürü (hars)
yükseldikçe ferdi hürriyetin tatbikat safhaları (uygulama evreleri)
genişler ve çoğalır. Muhtelif şekilde birbirinden ayrı ve müstakil
ferdi hürriyetler meydana çıkar. Bu hürriyetler mahiyet (nitelik) ve
tabiatlarına göre iki grubu ayrılırlar:
1- Şahsi hürriyet.
2-
İçtimai hürriyet. Bu ikinci grupta bilhassa basın hürriyeti ve basının
efkârı umumiye üzerindeki rolü oldukça uzun bir şekilde izah
edilmiştir. Ancak esas fikir şu cümlede özetlenmiştir:
''En büyük
hakikatler ve terakkiler, fikirlerin serbest ortaya konması ve teati
edilmesi (karşılıklı alınması, verilmesi) ile meydana çıkar ve
yükselir.''
Fakat yine bütün bu yazılarda vatandaşın her türlü
medeni hakları karşısında vazife mesuliyetinin olduğu fikri paralel
olarak ifadesini bulmuştur. Onun için ''Vatandaşların teşebbüs ve
mesuliyet hisleri ne kadar inkişaf ederse (gelişirse) devlet için o
kadar iyidir'' diyor Atatürk.
Hürriyetin bir neticesi olarak
vatandaşların eşit haklara sahip olmalarını anayasanın esaslı bir hükmü
olarak kabul eden Atatürk, ''Eşitlikten maksat; kanun önündeki haklarda
eşitliktir.''
Atatürk'ün bu ''medeni bilgiler'' vesilesiyle kaleme
aldığı ve bizleri de çalıştırdığı konularda, cumhuriyetimize temel olan
prensiplerinde kanuna ve asrımızın umumi hukuk kaidelerine uyan esaslar
bulunmaktadır. O, Türk vatandaşlarına hak tanıdığı yerde bir vazife
karşılığını koymak istemiştir. ''Tembellik bütün fenalıkların
anasıdır'' atasözü karşısında çalışmanın ferdi ve içtimai vazife
olduğunu belirtmiştir.
Vatandaş, milletin bir ferdi olarak aile ve
cemiyete karşı vazifelidir. ''Milletin, medeni beşeriyetin bir ailesi
olması bakımından bütün insanlığa karşı vazifeleri'' olduğu üzerinde
bilhassa durulmuştur.
Böylece Atatürk, Türk vatandaşının medeni
âlemde, hür, eşit vazife ve hak sahibi, mesuliyetlerini müdrik kişiler
topluluğu olarak millet bütününü teşkil etmesinde en büyük medeni vasfı
bulmuştur.
İşte bundan sonraki konularda K. Atatürk'ün hem bu
çalışmalarından ve el yazılarından bazı örnekler verirken, hem de onun
çeşitli konular için söylemiş olduğu cümleleri bir araya getirdim. Bu
örneklerle bir devlet adamının entelektüel yaşantısından bazı örnekleri
vermiş oluyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.pvpserverler.org
 
Atatürkün düşünce hayatı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Metin2 Private Serverler, Metin2 Private Serverlar :: Pvpserverler Forum Aktüel :: Atatürk Köşesi-
Buraya geçin: