Atatürk’ün Kadınlara Verdiği Değer
Sosyal hayatın
başlangıcı olan aile hayatının, toplumun psikolojik ve sosyal yapısının
şekillenmesinde önemli bir payı vardır. Türk’ün yüksek karakterinin
aileye verdiği değeri kavrayan ve bir milletin sürekliliği için
maneviyat, aile, ahlak gibi kavramlara sahip olmasının gerekliliğini
bilen Atatürk de; ailenin kutsiyetine inanır, toplumun bekası için
aileye ve manevi değerlere sahip çıkılmasının gerekliliğini bilirdi.
Türklerin
tarihine baktığımızda, Türk kadınının çok önemli ve saygın bir yeri
olduğunu görürüz. Erkeklerle eşit haklara sahip olan kadınlar, devlet
yönetiminde hakanların yanında söz hakkına da sahiplerdi. Oysa daha
sonraki yüzyıllarda Türk kadınları, Osmanlı İmparatorluğu yönetimi
içinde, geri kalmışlıktan kurtulamamış, adeta ikinci sınıf insan
muaamelesi görmüştür. Tarih boyunca hür yaşayan, tarih yazan, birçok
Türk büyüğünü yetiştiren Türk kadını, bu durumda daha fazla kalamazdı.
Zaten asırlardır karakterine uymayan bir yapı içinde yaşamak zorunda
kalmıştı. Atatürk, “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil,
omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyerek, Türk kadınını
yeniden ayağa kaldırmıştı.
Din, ahlak ve aile müesseselerine sahip
çıkan, ailenin temeli sayılan Türk kadınının toplumla bir bağ,
kurmasını isteyen Atatürk; kadınlara, medeni ülkeler seviyesine
çıkmanın en önemli amillerinden olan eşitlik haklarını vermek
istemiştir. Türk kadının daha rahat bir hayat sürdürmesini isteyen,
onun omuzlarındaki ağırlığın farkında olan Mustafa Kemal Atatürk;
Cumhuriyetimizin teminatı olan çocuklarımızın analarına haklarını
vermiştir. Haklarını alan Türk kadını, bu gelişmenin ardından sosyal
hayattaki yerini alır; öğretmen, hakim, doktor, mühendis, ressam,
yazar, asker, polis, siyasetçi, vali, bakan, başbakan olarak,
erkeklerle eşit şartlarda yaşar.